Page 40 - 81 Çalıkuşu Kırşehir Temmuz
P. 40

Aradan günler, haftalar geçti. Kendimde değildim, yalpalıyordum, yorgundum. Çok son-
         ra kabullendim gerçeği. Gitmişti. Bir rüzgar gibi gelip geçmişti gönlümün bahçesinden, ar-
         dında ne bir çiçek ne de bahçe bırakarak...
            Yalnız hâlâ niyesini bilmiyordum. Her yerde aradım onu. En sonunda bulmaktan ümidi-
         mi yitirmişken buldum. Değişmişti. Sakalları biraz uzamış, bakışları farklılaşmıştı. Yanında
         sarışın bir kız vardı. “Ne kadar da eğreti duruyor yanında! Gitmeyi o mu öğretti sana, sev-
         gilim?” dedim içimden. Dayanamayıp oracığa kustum. Öğüren kalbim miydi yoksa ben mi
         emin değilim. İçimde hapsolmuş sevgiden küf kokuları yayılıyordu. Artık kafamda bir soru
         işareti yoktu, evime döndüm. İçimdeki küfü temizlemeye çalışırken seneler geçti. Ve senin-
         le tanıştım. Sandım ki sil baştan bir sevgi beni iyileştirir. Sanmışım sadece işte...”

            Kadın hıçkırıklarını susturmaya çabalıyor, adamsa solgun vaziyette gözlerini yere dik-
         miş dinlemeye devam ediyordu. Artık kadına susması için ısrar etmiyordu, bir anda derma-
         nı kesilmişti.
            “Senelerdir gözlerimden silip atmaya çabaladığım hayali biz dans ediyorken bir anda
         karşımda durdu. Sendeledim. O an anladım ki bunca zamandır onu unutmak için tüm ça-
         bam boşunaymış. Kapkara gözleri beni yine içine çekmeye başlıyor... Sana beni affet de-
         meyeceğim fakat ne olursa olsun seni hep layıkıyla sevmeye çalıştım, bunu unutma...”

            Kadın güçlükle ayağa kalkıp masanın üzerinden bir kağıt ve kalem aldı, çıkmak için ka-
         pıya yöneldi. Son bir kez geriye dönüp baktı. Genç adam gözleri kan çanağı vaziyette ona
         bakıyordu.
            “Nefes almama sebep olan sevgiyi aldın benden, şimdi ne yapacağım?”

            Kadın hızla ve gözlerinde yeniden yaşlarla çıktı odadan. Evden biraz uzaklaştıktan son-
         ra bir yere oturup mektup yazmaya başladı. Mektupta şunlar yazıyordu:

            “Acı artık bedenime yakışmıyor. Eskiden üzerimde nakışlı bir elbise gibi zarif duran acı,
         artık omzumda yükten fazlası değil. Ağırlığından başım dönüyor, sendeliyorum yürüdüğüm
         sokaklarda. Koyu bir hasretle öyle bir bahar bekledim ki senelerce!

            Saçlarının  rüzgarda  savruluşuna  şiirler  dizebilirdim,  dünyanın  tüm  çilesini  kilitlediğin
         gözlerine, her varlığı her an bırakacakmış gibi tutan ve alışmaktan korkan ellerine, odanın
         duvarlarına çarptıkça gürleşip nasır tutan sesine binbir dize adayabilirdim belki. Bağrımda
         çırpınıp duran kuşu da kurban edebilirdim, biliyorsun. Fakat bilmediğin bir şey var ki, beni
         perişan ediyor! Sevmek. Sevmeyi bilmiyorsun...

            Artık hiç gelmeyecek bir baharı beklemek fani bedenime ağır geliyor.
            Aslında ne var biliyor musun, sevilecek biri olmadığımı başından beri biliyordum. Ne
         yaydan kaşlarım ne baldan yanaklarım var. Güçsüzüm, yürümeye zor bulurum dermanı,
         tüm dünya kafatasımın içinde dönüp durmaktadır, ne kollarım seni sarmaya yetecek kadar
         büyük ne de bakışlarım seni yüceltecek kadar mânâlı... Sende beni yörüngene sevk eden
         ne var bu kadar, inan bilmiyorum. Fakat işin acayip yanı, artık bir şey bilmek istemiyorum.
         Aklımda kıvranan fırtınaları dindirmek için hep çabaladım -ne olur bana yürekten inan- lâkin









                   40
   35   36   37   38   39   40   41   42   43   44   45