Page 39 - 81 Çalıkuşu Kırşehir Temmuz
P. 39

“Neyse, devam edeceğim. O gün öylece bitti. Diğer günler de... Onu gördüğüm günden
         beri bir mide bulantısıdır ki -içimde var olduğu söylenen kelebeklerden midir bilinmez- ağ-
         zıma lokma koydurtmuyordu. İçim titriyordu ama kalbim öyle sıcaktı ki! Dünyaya sevgim
         bir kat daha artmıştı. Yaptığım tüm işler artık daha bir anlamlı geliyordu. Nefesi dâhi büyük
         bir özenle alıyordum. Belki de kaburgalarımın ardında onu taşıdığımdan bu kadar dikkat
         ediyordum kendime, bilmiyorum.”

            Genç adamın gözleri dolup dolup geliyor, korktuğu başına geliyordu. Nârin ellerini yum-
         ruk hâline getirmiş, durmadan sıkıyordu. “Lütfen yapma...” diye fısıldadı adam çaresizce.
         “Bu kadarı kâfi...”
            “Ne olur bağışla beni, dayanamıyorum! Anlatıp kurtulmalıyım bu işkenceden!..” dedi ka-
         dın gözlerini tekrar silerek. Devam etti.

            “Zaman böylece akıp giderken bir yandan da onunla tekrar karşılaşmak için can atı-
         yordum ama o plak dükkanına bir kez daha gitmeye ayaklarım varmıyordu. Çekiniyordum
         belki. En sonunda özlemime yenilip gittim tekrar. Bu kez daha sıcaktı bana. Sonra adını
         öğrendim. Sonra niçin bu işi yaptığını ve dahasını... Kısa bir zamanda bunca samimiyet
         için zannediyorum ki deli olmak gerek. Belki de buradan anlamalıydım bir şeylerde terslik
         olduğunu ve olacağını.
            Sonrasında bir pazar günü beni kahve içmeye davet etti, başka bir pazar sahafları gez-
         dik, bir diğerinde yalnızca oturduk... Uzun uzun oturduk...

            Artık daha sık görüşüyor ve konuşuyorduk. Öyle mutluydum ki, bana verilen bu ödülün
         peşinden cezayı da getireceğini aklımın ucundan geçirmiyordum. Aradan aylar geçti, bir
         bankta denizi seyrederken şöyle bir cümle kurdu bana: “Bunca zaman acıyla ve karmaşay-
         la boğulan içimin dalgalı sularını ne durultur diye düşünüp durdum. Sonra hiç ummadığım
         bir anda sen gözlerime bakıverdin ve duruldum ben. Bunu hep böyle bil...”
            Yirmi altı yıllık ömrümde kulaklarımın işittiği en iyi cümlelerdi bunlar. Sımsıkı sarıldım
         ona, kokusunu en derin nefeslerle içime çektim, uzun bir süre öylece kaldık o gün.”

            Genç adam başı önüne eğilmiş durmadan hıçkırarak sayıklayıp duruyordu. “Niçin?.. Dur
         artık, anlatma ne olur... Dayanamıyorum... Sevgim acıyor...”

            Kadın bitap düşmüş bir vaziyette fakat kararlıca anlatmaya devam etti.
            “Sonra bir gün yine onu ziyarete gittim. Her zamanki gibi dükkana girdim ve gözlerimizin
         buluşmasını bekledim. Fakat yoktu. Yaşlı bir adam oturuyordu koltukta. Ona sordum. “Sa-
         bah saatlerinde devraldım dükkanı. Uzun zamandır satılıkmış. Gitti o.” dedi.

            Gitmek mi? Nereye ve niye? Benim nârin ve dalgasız sevgilim gitmeyi nereden öğren-
         mişti? O yalnız plakları ve beni bilirdi. “Bir hata olmalı.” dedim. “O gitmeyi bilmez.” Bunu
         durmadan kendime tekrarlayarak çıktım dükkandan. Evime gittim. Çiçeklerime anlattım,
         duvarlara anlattım, kitaplara anlattım. Dışarı çıktım ve o oturduğumuz banka gidip oturdum,
         denize anlattım. Hepsi de aynı şeyi söylüyordu. “O gitmeyi bilmez!”










                                                                                                   39
   34   35   36   37   38   39   40   41   42   43   44