KIRŞEHİR İL MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ

Liseliler Arası Öykü Yarışmasında Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Fen Lisesi Öğrencisi Türkiye 2.'si Oldu

Liseliler Arası Öykü Yarışmasında Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Fen Lisesi Öğrencisi Türkiye 2.'si Oldu

Alanya Türkler Borsa İstanbul Sosyal Bilimler Lisesi tarafından düzenlenen Türkiye Geneli "Liseliler Arası Öykü Yarışması"nda Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Fen Lisesi öğrencisi Fatıma Şanlı Türkiye 2'si oldu.

Lise çağındaki gençler arasında, öykü yazmayı özendirmek, öykülerin okuyucu ile buluşturulmasını sağlamak, Türkçeye seçkin örnekler kazandırmak ve öğrencilerin yazarlarla bir araya gelmesini sağlamak amacıyla Alanya Türkler Borsa İstanbul Sosyal Bilimler Lisesi tarafından düzenlenen Türkiye Geneli "Liseliler Arası Öykü Yarışması"nda Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Fen Lisesi 11. Sınıf öğrencisi Fatıma Şanlı "GÖNÜL KAPISINDA BİR ALACAKLI" isimli öyküsüyle Türkiye 2.'si oldu.

Öğrencimizi tebrik eder, emeği geçen öğretmenlerimize ve okul idarecilerimize teşekkür ederiz.

 

GÖNÜL KAPISINDA BİR ALACAKLI

 

Dönüyor, dönüyor ve dönüyordu. Elleri bulutlara dokunurcasına çekingen ve nazik şekilde başka ellerdeydi. Yüzü kadife bir omuza yaslanmıştı. Eski plaktan yayılan nostaljik cızırtılar onları adeta büyülemişti. Bedenleri de en az ruhları kadar uyumlu vaziyette melodiye ayak uyduruyor, gözlerinin izdivacından yeni parıltılar doğuyordu. Bir an bilinçsizce duraksadı, yüzü de eş zamanlı durgunlaşmış, zevkli bir tebessüm eşliğindeki dudakları düz bir çizgi halini almıştı. Rengi, sonbaharda solmaya yüz tutan çiçekleri örnek edinmişti bir anda. Zihninde en az göğsündeki kadar hızlı çırpınan bir serçe, huzurunu da kısacık zamanda alıp gitmişti. Neydi bu?

Müzik hala devam ediyordu.

Unutmamış mıydı onu daha?

Adımlar.

Peki ya nasıl huzurluca dans edebiliyordu onsuz?

Gözler.

Ve yerine başkasını koyarak?

Artık elleri ustaca bir ahenkle buluşmuyordu. Kadının gözlerindeki yaşlar kıyıya vurmaya başlamıştı bile. İçinin tellerinde vücut bulan bir şarkı nazik bedeninin titreyişi ile dışarı yansırken yavaşça koltuğa oturdu. Artık dans yoktu, esrik gülümseyişler yoktu, bir bütünmüş gibi hareketlenen bedenler de yoktu. Aklındaki tuvalde sadece bir kişinin siması duruyordu. İstemsizce ellerini öne uzattı. Gözleri hayal kırıklığının verdiği duygularla dolmuştu. Ona artık uzanamazdı, yazık ki bunu yapamazdı. Yapamayacaktı da.

Adamın aklı karışmıştı. Neler oluyordu? Öğrenmek istiyordu fakat aynı zamanda da istemiyordu. Duyacakları onu felaketine sürükleyebilirdi. Hayatının su götürmez gerçeği olan ve onu nefes almaya zorlayan sevgi, şimdi onu öldürebilirdi. Onu öyle çok seviyordu ki. Sevgisine zarar gelmesinden korkuyordu. Bencildi evet, sevdiğinin uğradığı zarar yerine sevgisinin uğrayacağı zarar üzerine kafa yoruyordu. Ve bunu sevgi zannediyordu.

Gözlerinden akan yaşları kesmeye çalışan kadın, artık bundan yorulmuştu. Ellerini azad etti.

"Gülerken bile dudaklarının kenarı hafif aşağı eğilirdi. Öyle meyilliydi acıya."

Bu sözlerle afallayıp kafası karışan genç adam ilgiyle sordu:"Kim... Kimden bahsediyorsun sen canım? Ayrıca niçin ağlıyorsun, ne oldu bir anda?" Uzanıp kadının ellerine sarıldı. Gözlerine yuva yapmıştı kaygı.

Bu sarılış karşısında kadın, içinde karmaşık duygular duymaktan ve ellerini geri çekmekten başka bir şey yapamamıştı. Anlatmaya devam etti.

"Yirmi altı yaşındayım o zamanlar. Hayatı sevgilim bellemişçesine severek yaşıyorum. Gülmeyi seviyorum, masamda bir şiir kitabı görmeyi seviyorum, nefesimin kahve kokmasını seviyorum, insanlığa dair bir ümidim var. Yaşamı çiçek sanıp narince kokluyorum...

Her neyse, bir gün sokaklarda sakin ve gülümser vaziyette dolaşırken bir plak dükkanı dikkatimi çekti. Adımlarımı oraya yönelttim ve girdim içeri. İşte o an gördüm onu."

Genç adam tam kadının sözünü kesmek üzereyken kadın elleriyle işaret ederek adama dinlemesi gerektiğini belirtti.

"Kapkara gözleri vardı. Baktıkça bir girdap gibi içine çekiliyordu insan. Sanki dünyayı kesin bir tanımla reddetmiş ve kendi karanlığında bir dünya kurmuş gibiydi. Yüzüne sert ve bir yandan da melankolik bir hava katan kaşlarıysa beni görünce çatılmıştı. O an varlığımla onur duydum, dedim ki içimden "Bu gözlere görünmek ne büyük övünç kaynağı!" Sonra bir de saçları vardı ki yumuşaklığını neredeyse avuçlarımda duyabiliyordum. "Buyrun?" dedi. Birkaç saniye daha duraksadım ve sonunda plaklara bakmak istediğimi söyleyebildim. Bakıyordum bakmasına ama aklım hâlâ gözlerindeydi. Bir yandan bana plaklardan bahsediyor bir yandan da birkaçını pikapa koyup çalıştırmakla meşgul oluyordu. O çatık kaşların yerini yumuşak ve akıp giden bir sohbet almıştı. En sonunda bir plakta karar kılıp aldım. Ve gözlerine son bir kez daha baktım. Bu gözler şimdi bana kalmam için ısrarcı oluyordu. Hafifçe gülümsedi, dudaklarının kenarı yukarı kıvrılmak için çaba sarf eder gibiydi, gülümsediğinde dâhi aşağı kıvrılıyorlardı hafifçe. "Yine gelin!" dedi bana. Gülümsedim ve hızla çıktım. Kendimi yeniden sokağa bıraktığımda kalbimi sakinleştirmek adına bir süre dinlenmek durumunda kaldım. Olanları idrak edebildiğimde ağlamaya başladım bir anda. Niçin ağlıyordum, inan bana bilmiyorum. Güzelliğine miydi, gözlerindeki derin mânâlara mıydı yoksa varlığını fark ettiğim anda varlığının içime bir ur gibi yayılmasına mıydı döktüğüm yaşlar? Bilmiyorum. Ne ben onu tanıyordum ne de o beni. Ama aramızda tarif edemeyeceğim bir çekim oluşmuştu. Sanki bir ip bizi kalplerimizden sımsıkı bağlamış gibiydi. Adından dâhi haberdar değildim. Fakat belki de niçinsiz seviyorsan gerçekten seviyorsundur. "Güzelliğine kapılmışsın işte!" diyeceksin belki. Yalnızca güzelliğine kapılmış olsam bunca yıl yüreğimin en ücrasında nasıl taşıyabilirdim onu?"

Gülümsedi kadın. Gözünden bir damla yaş düştü. Genç adamınsa kalp atışlarını oturduğu yerden duyabiliyordu. Öyle gergin ve sıkıntılıydı ki.

"Neyse, devam edeceğim. O gün öylece bitti. Diğer günler de... Onu gördüğüm günden beri bir mide bulantısıdır ki -içimde var olduğu söylenen kelebeklerden midir bilinmez- ağzıma lokma koydurtmuyordu. İçim titriyordu ama kalbim öyle sıcaktı ki! Dünyaya sevgim bir kat daha artmıştı. Yaptığım tüm işler artık daha bir anlamlı geliyordu. Nefesi dâhi büyük bir özenle alıyordum. Belki de kaburgalarımın ardında onu taşıdığımdan bu kadar dikkat ediyordum kendime, bilmiyorum."

Genç adamın gözleri dolup dolup geliyor, korktuğu başına geliyordu. Nârin ellerini yumruk hâline getirmiş, durmadan sıkıyordu. "Lütfen yapma..." diye fısıldadı adam çaresizce. "Bu kadarı kâfi..."

"Ne olur bağışla beni, dayanamıyorum! Anlatıp kurtulmalıyım bu işkenceden!.." dedi kadın gözlerini tekrar silerek. Devam etti.

"Zaman böylece akıp giderken bir yandan da onunla tekrar karşılaşmak için can atıyordum ama o plak dükkanına bir kez daha gitmeye ayaklarım varmıyordu. Çekiniyordum belki. En sonunda özlemime yenilip gittim tekrar. Bu kez daha sıcaktı bana. Sonra adını öğrendim. Sonra niçin bu işi yaptığını ve dahasını... Kısa bir zamanda bunca samimiyet için zannediyorum ki deli olmak gerek. Belki de buradan anlamalıydım bir şeylerde terslik olduğunu ve olacağını.

Sonrasında bir pazar günü beni kahve içmeye davet etti, başka bir pazar sahafları gezdik, bir diğerinde yalnızca oturduk... Uzun uzun oturduk...

Artık daha sık görüşüyor ve konuşuyorduk. Öyle mutluydum ki, bana verilen bu ödülün peşinden cezayı da getireceğini aklımın ucundan geçirmiyordum. Aradan aylar geçti, bir bankta denizi seyrederken şöyle bir cümle kurdu bana: "Bunca zaman acıyla ve karmaşayla boğulan içimin dalgalı sularını ne durultur diye düşünüp durdum. Sonra hiç ummadığım bir anda sen gözlerime bakıverdin ve duruldum ben. Bunu hep böyle bil..."

Yirmi altı yıllık ömrümde kulaklarımın işittiği en iyi cümlelerdi bunlar. Sımsıkı sarıldım ona, kokusunu en derin nefeslerle içime çektim, uzun bir süre öylece kaldık o gün."

Genç adam başı önüne eğilmiş durmadan hıçkırarak sayıklayıp duruyordu. "Niçin?.. Dur artık, anlatma ne olur... Dayanamıyorum... Sevgim acıyor..."

Kadın bitap düşmüş bir vaziyette fakat kararlıca anlatmaya devam etti.

"Sonra bir gün yine onu ziyarete gittim. Her zamanki gibi dükkana girdim ve gözlerimizin buluşmasını bekledim. Fakat yoktu. Yaşlı bir adam oturuyordu koltukta. Ona sordum. "Sabah saatlerinde devraldım dükkanı. Uzun zamandır satılıkmış. Gitti o." dedi.

Gitmek mi? Nereye ve niye? Benim nârin ve dalgasız sevgilim gitmeyi nereden öğrenmişti? O yalnız plakları ve beni bilirdi. "Bir hata olmalı." dedim. "O gitmeyi bilmez." Bunu durmadan kendime tekrarlayarak çıktım dükkandan. Evime gittim. Çiçeklerime anlattım, duvarlara anlattım, kitaplara anlattım. Dışarı çıktım ve o oturduğumuz banka gidip oturdum, denize anlattım. Hepsi de aynı şeyi söylüyordu. "O gitmeyi bilmez!"

Aradan günler, haftalar geçti. Kendimde değildim, yalpalıyordum, yorgundum. Çok sonra kabullendim gerçeği. Gitmişti. Bir rüzgar gibi gelip geçmişti gönlümün bahçesinden, ardında ne bir çiçek ne de bahçe bırakarak...

Yalnız hâlâ niyesini bilmiyordum. Her yerde aradım onu. En sonunda bulmaktan ümidimi yitirmişken buldum. Değişmişti. Sakalları biraz uzamış, bakışları farklılaşmıştı. Yanında sarışın bir kız vardı. "Ne kadar da eğreti duruyor yanında! Gitmeyi o mu öğretti sana, sevgilim?" dedim içimden. Dayanamayıp oracığa kustum. Öğüren kalbim miydi yoksa ben mi emin değilim. İçimde hapsolmuş sevgiden küf kokuları yayılıyordu. Artık kafamda bir soru işareti yoktu, evime döndüm. İçimdeki küfü temizlemeye çalışırken seneler geçti. Ve seninle tanıştım. Sandım ki sil baştan bir sevgi beni iyileştirir. Sanmışım sadece işte..."

Kadın hıçkırıklarını susturmaya çabalıyor, adamsa solgun vaziyette gözlerini yere dikmiş dinlemeye devam ediyordu. Artık kadına susması için ısrar etmiyordu, bir anda dermanı kesilmişti.

"Senelerdir gözlerimden silip atmaya çabaladığım hayali biz dans ediyorken bir anda karşımda durdu. Sendeledim. O an anladım ki bunca zamandır onu unutmak için tüm çabam boşunaymış. Kapkara gözleri beni yine içine çekmeye başlıyor... Sana beni affet demeyeceğim fakat ne olursa olsun seni hep layıkıyla sevmeye çalıştım, bunu unutma..."

Kadın güçlükle ayağa kalkıp masanın üzerinden bir kağıt ve kalem aldı, çıkmak için kapıya yöneldi. Son bir kez geriye dönüp baktı. Genç adam gözleri kan çanağı vaziyette ona bakıyordu.

"Nefes almama sebep olan sevgiyi aldın benden, şimdi ne yapacağım?"

Kadın hızla ve gözlerinde yeniden yaşlarla çıktı odadan. Evden biraz uzaklaştıktan sonra bir yere oturup mektup yazmaya başladı. Mektupta şunlar yazıyordu:

"Acı artık bedenime yakışmıyor. Eskiden üzerimde nakışlı bir elbise gibi zarif duran acı, artık omzumda yükten fazlası değil. Ağırlığından başım dönüyor, sendeliyorum yürüdüğüm sokaklarda. Koyu bir hasretle öyle bir bahar bekledim ki senelerce!

Saçlarının rüzgarda savruluşuna şiirler dizebilirdim, dünyanın tüm çilesini kilitlediğin gözlerine, her varlığı her an bırakacakmış gibi tutan ve alışmaktan korkan ellerine, odanın duvarlarına çarptıkça gürleşip nasır tutan sesine binbir dize adayabilirdim belki. Bağrımda çırpınıp duran kuşu da kurban edebilirdim, biliyorsun. Fakat bilmediğin bir şey var ki, beni perişan ediyor! Sevmek. Sevmeyi bilmiyorsun...

Artık hiç gelmeyecek bir baharı beklemek fani bedenime ağır geliyor.

Aslında ne var biliyor musun, sevilecek biri olmadığımı başından beri biliyordum. Ne yaydan kaşlarım ne baldan yanaklarım var. Güçsüzüm, yürümeye zor bulurum dermanı, tüm dünya kafatasımın içinde dönüp durmaktadır, ne kollarım seni sarmaya yetecek kadar büyük ne de bakışlarım seni yüceltecek kadar mânâlı... Sende beni yörüngene sevk eden ne var bu kadar, inan bilmiyorum. Fakat işin acayip yanı, artık bir şey bilmek istemiyorum. Aklımda kıvranan fırtınaları dindirmek için hep çabaladım -ne olur bana yürekten inan- lâkin artık o fırtınaların bir parçası olmaya mecburum. Yine de sen bakma böyle laflar ettiğime.

Hayatın binbir güzelliği var; alemin düzeninden mest olursun, kâinatın boyası kalbini umudun rengiyle cilalar, sararmış yaprakların koynunda tanırsın ayrılığın resmini, yağacak karı haber eden turunculuk sana müjdenin ışıltısını sunar tüm cömertliğiyle, çocukların kirlenmemiş güzelliğinden neşeler damıtırsın, en sonunda kendi içindeki sırlanmış güneşin farkına safça bir merakla varırsın. Kaburgalarının ardında nokta kadar dahi ışık varsa inan bana, işte seni bu yüzden seviyorum.

Sözlerimi bir paçavra gibi görmen beni yaralamaz artık. Kurşununun göğümden düşürdüğü kuşlar bana fazlasıyla yeterli gelir, eminim. Ne üzmek ne de yormak istedim seni, yalnızca sisten ibaret ruhumu sana akıtmak ve bağışlamak istedim. Bunu bir miras olarak değil, yoldan geçerken bir yabancının ellerinde duran ve kimsede kıpırtı oluşturamamış çiçek demetinin sana takdim edilmesi gibi kabul et. Kırmak istemedin ve geri çeviremedin. Hepsi bu. Şimdi artık sonu olmayan bir yolculuğa çıkmalıyım. Bencilliğimi bağışla."

Mektubu katladı ve cebine koydu. Yürümeye devam etti. "Şimdi nerededir?" diyordu içinden. Her tarafta o kaybolduğu siyah gözlerin sahibini arıyordu. Dükkana ümitsizce yeniden gitti. Hava karanlıktı, gece 01.00 sularıydı. Dükkanın kapısının önüne geldiğinde duraksadı. "Niçin burada olsun ki?.." diyordu içinden. Dükkanın içi karanlıktı, tam gidecekken içerde ufak bir ışık çekti dikkatini. Bir mumun ışığıydı. Korkarak gözleri sevdiğini aradı. İşte... Oradaydı! Masada sırtı pencereye dönük şekilde, başı ellerinin arasında oturuyordu.

Kadının kalbi göğüs kafesine sertçe vurmaya başladı. Onu gördüğü günkü heyecanı tazelenmişti bir anda. Biraz daha yaklaştığında bir plak sesi duydu. Dikkat kesildi. "Sen kimseyi sevemezsin... Sevmeyeceksin..." Zeki Müren çalıyordu. Fısıltılarla ve gözyaşlarıyla eşlik etti şarkıya. Tam kapıyı tıklatacaktı ki kendini durdurdu. Artık bunu yapamazdı. Bir kere sevilmemişti, ya bir kez daha sevilmezse? Dayanmaya gücü kalmamıştı. Sevmek yetmiyordu

her zaman, zor da olsa anlamıştı bunu. Mektubu pencerenin önündeki bir taşın altına sıkıştırıp olanca hızıyla uzaklaştı dükkandan ve sevdiğinden. Ayakları nereye götürürse oraya gidiyordu, bir an kafasını kaldırdığında yine aynı banka gelmiş olduğunu gördü. Gülümsedi. "Bilmezdim." dedi, "Bilmezdim bir zamanlar seni durultan bu denizin bana mezar olacağını. Ömrünce hep sevil güzel sevgilim! Lâkin kimseleri sevememiş ol..."

Yenice Mahallesi 182. Sokak No 2 / P.K.40100 Merkez/KIRŞEHİR - 0 (386) 213 51 50 /// 0 (386) 213 45 42 /// 0 (386) 213 20 78

MEB © - Tüm Hakları Saklıdır. Gizlilik, Kullanım ve Telif Hakları bildiriminde belirtilen kurallar çerçevesinde hizmet sunulmaktadır.